19 Eylül 2009 Cumartesi

Uzanlar için bir plan daha

Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'nun (TMSF), aralarında Gaziantep'in de bulunduğu 10 ildeki Uzanlara ait çimento fabrikalarının 10 trilyon liralık elektrik borcu için Tedaş Genel Müdürlüğü'ne iki aşamalı ödeme planı sunduğu açıklandı.

Uzanlara ait Rumeli Holding bünyesinde faaliyet gösteren Gaziantep, Eskişehir, Şanlıurfa, Samsun, Edirne, Bartın, Trabzon, Diyarbakır, Van ve Ankara'da bulunan çimento fabrikalarının elektrik borçları 10 trilyon lirayı buluyor. Tedaş, borçların bir an önce
ödenmesi için TMSF'ye Enerji Bakanlığı aracılığıyla yazı gönderdi. TMSF tarafından Tedaş'a sunulan ödeme planında, borçların iki taksit halinde
ödeneceği, ayrıca fabrikalar üretim yaptığı için elektriklerinin kesilmemesi istendi.

Paranın sahibi aranıyor

Devlet çalışanlar adına 1987-96 döneminde yatırılan Konut Edindirme Yardımı (KEY) hesaplarında biriken 395 trilyonu tasfiye etmeye hazırlanıyor. Ama önce hesap sahiplerinin bulunması gerekiyor.

TBMM KİT Komisyonu Emlak Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı'nın 1998-2001 yıllarına ilişkin hesap ve faaliyetlerini denetledi. Komisyon Başkanı
İsmail Özgün ve Toplu Konut İdaresi Başkanvekili Erdoğan Bayraktar, KEY hesaplarının tasfiyesinde gelinen nokta hakkında ön bilgi verdi. Bayraktar, Emlakbank'ın tasfiyesi sırasında KEY hesabında para olmadığından
5 milyon hak sahibinin hakkını korumak amacıyla Emlak Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı'na (GYO) gayri nakdi sermaye olarak devredilen hesabın tasfiyesinin mümkün olmadığını söyledi.

Tekneler karada görücüye çıktı

Türk denizcilik ve yatçılık sektörünün buluşma noktası Uluslararası İstanbul Boat Show Fuarı CNR Dünya Ticaret Merkezi'nde deniz tutkunlarına kapılarını açtı.

Bu yıl 23'üncüsü düzenlenen ve 22 Şubat tarihine kadar devam edecek olan Boat Show Fuarı, marin sektörünün yat, motor, aksesuvar ve ekipman üreticileriyle ihracatçılarını bir araya getiriyor. 22 yıldır düzenlenen fuar bu yıl 600'ün üzerinde marka ve 150'nin üzerinde firmanın katılımıyla gerçekleşiyor. Fuarda fiyatlar 670 euro ile 4 milyon euro (1 milyar 150 milyon-6.8 trilyon lira) arasında değişiyor. Bu yıl fuarın resmi otomobil sponsoru olan Volvo, fuara Volvo marka otomobilleriyle gelenlere ücretsiz giriş bileti ve park yeri sunuyor. Boat Show'la birlikte digital görüntü teknolojilerinin sergilendiği Photo Show da fuar alanında ziyaretçilerle buluşuyor.

IMF ile uzlaşmaya doğru

Devlet Bakanı Ali Babacan, ilk etabı sonuçlanan 7'nci gözden geçirmenin tamamlanabilmesi ve Uluslararası Para Fonu'nun (IMF) yeniden davet edilmesi için olumlu gelişmeler olduğunu ifade etti. Eğer hükümet, IMF'yi ikna etmeyi başarırsa, 7'nci gözden geçirmenin tamamlanabilmesi için alınması istenen ek önlemler paketi 2 katrilyonda tutulabilecek.

Devlet Bakanı Ali Babacan başkanlığında, 7'nci gözden geçirmenin tamamlanması için IMF yetkililerince kamuoyuna açıklanması istenilen tedbirler paketi bir kez daha gözden geçirildi. Söz konusu toplantıda, 3.5 katrilyon lirası asgari ücret ve emekli maaş zamları, 2.8 katrilyon lirası da ek vergi önlemleri olmak üzere toplam 6 katrilyon 300 trilyon lira tutarındaki tedbirler bir kez daha gözden geçirildi. IMF'nin tekstilde KDV indiriminin, vergi iadelerinde 1 katrilyon 100 trilyon lira tutarında tasarruf sağlayacağına ikna edilmesi durumunda, sigara ile akaryakıtta vergi ve zam düzenlemeleriyle 2 katrilyon lira seviyelerinde bir önlemin yeterli olabileceği belirlendi.
Devlet Bakanı Ali Babacan da, AB Dönem Başkanı İrlanda'nın Ankara Büyükelçisi Sean Whelan'in AB'ye üye 15 ülke ile üyelik sürecindeki 12 ülkenin Ankara büyükelçisine verdiği yemeğe katıldı. Yemeğin ardından, IMF heyetinin Türkiye'ye ne zaman geleceği soruları üzerine Ali Babacan, Hazine ya da kendisi dışında yapılacak açıklamalara 'güvenilmemesi ve inanılmaması' gerektiğini vurguladı. Babacan, bu açıklamanın ne zaman yapılacağı sorusuna ise "Çok yakında bu konuda açıklamalar olacak. Arkadaşlarımız çalışıyor" yanıtını verdi. Açıklamayı muhtemelen Hazine'nin yapacağını belirten Ali Babacan, "Olumlu gelişmeler var birkaç gündür. Kısa zamanda Hazine'den yapılacak yazılı açıklamayla, ne yapacağız, neredeyiz bildirilecek" dedi.

Yabancı yatırımcı Koç hissesi istedi

Koç Holding, yurtdışındaki kurumsal yatırımcıların yoğun talebi üzerine hisse satışı için gerekli işlemleri başlattı.

Koç Holding'den yapılan açıklamada, şirket ortaklarından Temel Ticaret ve Yatırım A.Ş.'nin Nazar Dayanıklı ve Dayanıksız Sınai Mallar Pazarlama A.Ş. ile Koç Ailesi'nin hisselerinin dolaşıma açılmasıyla ilgili olarak dün yazdıkları yazıda, iştiraklerinden Koç Holding hisselerine yurtdışındaki kurumsal yatırımcılardan yoğun talep geldiği belirtildi. Açıklamada, bu taleplerin karşılanması halinde piyasa derinliğinin artacağı beklendiğinden, Koç Holding'in ödenmiş sermayesinin yüzde 3'üne kadar olan hisselerin dolaşıma açılmasına ve yurtdışı kurumsal yatırımcılara satılabilmesi için işlemlerin başlatıldığı belirtildi.

Halkbank Pamuk'a sıcak

Kamu Bankaları Ortak Yönetim Kurulu'nun bazı üyelerinin olumsuz baktığı Pamukbank birleşmesine, Halkbank Genel Müdürü Hasan Cebeci kapı araladı.

Cebeci, incelemelerin henüz tamamlanmadığını, ancak Pamukbank'ın Halkbank'a teknoloji ve personel boyutuyla katkı sağlayacağını söyledi. Cebeci, Halkbank'ın özelleştirilmesi için de modeli çizdi: Yabancı ortak, TOBB ve esnaf ortaklığı, halka arz ve bir bölümü devlette.
Cebeci, 2003 yılı faaliyet sonuçları ve 2004 yılı hedeflerini bir basın toplantısıyla açıkladı. Cebeci, bankanın kredi hacminin 1.2 katrilyon liradan 2.5 katrilyon liraya yükseltildiğini söyledi. 2004'te yüzde 80'i KOBİ'lere olmak üzere toplam 4.4 katrilyon lira kredi vermeyi hedeflediklerini belirten Cebeci, bankanın 'kredi dağıtan' değil, 'kredi veren' bir banka haline getirildiğine de vurgu yaptı. Cebeci, bankanın 2003 yılında enflasyondan arındırılmış kârının 485.9 trilyon lira olduğunu, 2004'te de 500 trilyon kâr beklediklerini söyledi.

Güneş şımarması

Nur Çintay A.

Yeni yılın bu ilk makalesinde ortaya bir soru atmak isterim, dear okur:
Nedir bu güneşin güzelliği?
Şu anda aslında bir gazete yazısı değil de, mesela 'Seni Seviyorum Demenin 2004 Yolu', 'Benim Olduğun İçin Teşekkürler', 'Mutlu Olmak İçin Bir Güneş Yeter' filan tipi kenar süslü kitap attırma havasındayım. O derece sevgi pıtırcığı, aşk tomucuğu, şen kelebek haline sokuyor güneş insanı.
Nasıl şefkat çiçekleri açmakta sevgi bahçelerimin hoyrat kuytularında, yani öyle böyle değil.
Peri olayım, evrenin tüm canlılarının hatırını sorayım. Koştura koştura düşlerini gerçekleştireyim. Alışkın olmadığım bir iyi niyet ve coşku basması içindeyim.
Mütemadi bir yapışma/ öpüşme/koklaşma hali var bir de. Ama bu, alışkın olduğum bir basma çeşidi. Evin klasik dokumalarından. Lakin o da yükselme trendinde.
El ele tutuşulsun, salıncakta sallanılsın, kahvaltı hiç bitmesin, çimenlerde yürünsün, kırlarda koşulsun, sonra bir bakılsın aaa mayıs gelmiş... Budur bugünkü arzularımın özeti. Ayrıca da tavsiyem, aşağıda esaslı bir yazı beklememeniz yönündedir.
Bu kadar güneşli bir 1 Ocak'tan daha nefis ne olabilir?
Bu kadar güneşli bütün bir yıl mı?
Öyle diyelim, öyle olsun. Yüreğiniz sevgiyle dolsun, temennisiyle bitirmekten de alamıyorum kendimi.


Arkadaş seçiminde teras faktörü

Bir soru daha atalım ortaya:
Arkadaş seçiminde önem verilmesi gereken temel unsurlar nelerdir?
Tamam, çok sevgi pıtırcığıyız da, yani nereye kadar?
Mesela iyi insan olması yeter mi?
Dürüst olması? Zeki olması? Tatlı, fedakâr, kibar, neşeli, akıllı, becerikli vs. olması?
Sizi sevmesi?
Yazınız bir kenara: Yetmez!
Peki arkadaşınızın mesela koca bir terası, terasında Nişantaşı tasarımlarını ezip geçen dekontrakte şıklıkta çamları, çıtırdayan şöminesi, kestaneli ve tombalalı ev partisi, hepsinin üstüne bir de acayip sıcak şarap yapan kocası varsa...
Yani ne diyeyim! İşte o arkadaşınız, tadından yenmez. Levon pastasıdır adeta.
Bu yılbaşı derdi, bu sene beni gerdi.
Havalı program, bize uymaz.
Nişantaşı sokak partisi desen, keçiboynuzu misali, köprüde çektiğin eziyete değmez.
İyi, evde pinekleyelim. Orada da var hafiften direnç, bir fındık tanesi dahi alınmamış.
Sıradan akşam muamelesi yapayım desen, serde o derece cool'luk mevcut değil.
Ne varsa eski arkadaşlarda var!
Ve bugünkü kış güneşinin nasıl sersem eden, iyi eden, dumur eden bir yanı varsa, şöminenin ateşinin de aynen öyle bir etkisi var. Maytapların da. O kadar laf ederiz; sağdan soldan atılan havai fişeklerin de. Bizim attığımız füze ve süper sis yan etkili meşalelerin de.
Böyle de kıskandırayım!
Fakat tombaladaki bahtsızlığım nedir? Ayrıca tombala, bir kumar sayılabilir mi? Bunda kaybetmiş olmak, hayatın başka alanlarında kazanç vaat eder mi?


Hindi işkencesine dur diyelim!

En vahim yılbaşı dayatması: Hindi dolması.
Şimdi diyeceksiniz ki vatandaş yiyecek ekmek bulamazken neyin hindisi? Demeyiniz.
Bu hindi meselesi, asap bozuyor.
Sorarım: Şu hayatta iyi bir hindi dolması siftahınız var mı?
Bir soru, bir soru daha:
Hindi dolmasının pişmesi mümkün müdür? Pişse bile yumuşak olan bir hindi dolması, hatta dolmasından vazgeçelim, bir hindi, görülmüş mü? Hindi ve yumuşak kelimeleri aynı cümlede kullanılabilir mi? Aynen, hindi ve lezzet kelimeleri... Lezzetli olmak, hindinin doğasına mı aykırı?
Peki o zaman, yılbaşındaki bu manasız, azap verici, daima sert, daima lezzetsiz hindi dayatması niyedir?
Rejim zamanlarının en başlıca yemeği olan göğüs tavuktan bile daha kuru ve saman tadında olan hindiye, yılbaşı sofrasının en vazgeçilmezi unvanını vermek, sizce adeletli midir?
Yılbaşı hindileriyle olan imtihanımızı bu sene de veremedik. Bir keresinde bizim evdeki yılbaşı yemeğinde, hindiyi servis yaparken 2 bıçak kırmıştık. Çiğneme aşamasında çöken yorunluk ise, 2 gün çıkmamıştı.
Dün akşam da yemeğe, yemeklerini hep çok beğendiğimiz bir yere gittik. Ve hindi dolması olayına, artık burada da olmazsa, hiçbir yerde olmaz diye girdik. Yine fiyasko. Yılın son saatlerini, çene kaslarımızı haddinden
fazla çalıştırarak geçirdik.
Bu hindi ıstırabına kimse dur demeyecek mi?


Ajanda gerçeği

Bir diğer yılbaşı dayatması: Ajanda.
Ajanda gerçeğine de şimdiye kadar iyi niyetle yaklaşmaya çalıştım. Bu çok enlemesine yayılmış, şu çok dikine gitmiş, öbürü fazla büyük, beriki cırtlak siklamendi. Ama ruh ikizi ajandamın bir gün karşıma çıkacağına ilişkin inancımı yitirmedim.
Fakat bu sene artık anlamış bulunuyorum ki, ajanda fena bir şey. Resimleri ne kadar güzel olursa olsun, bir kere o kutu kutu pense haliyle insanı sınırlıyor. Sıkıştırıyor. Yüzüne vuruyor: Belki yok benim 3 gün üst üste mühim toplantım, hayati randevum, havalı sosyalleşmem. Ne yapalım yani ölelim mi? Niye üstüme geliyorsun?
Halbuki defterin insanı yargılamayan o yumuşak ve nötr hali...
Hele ki kenarı spiralli bir defter düşünün. Yaprakları kopartılabilen. Size bağımsızlığınızı veren. Çizgisiz. Karesiz. Düz beyaz. Ölürüm!
Bu sene sanki bu yönde bir eğilim olmuş. Yine eski usül ajanda bombardımanına maruz kalındı tabii. Ama birkaç tane de düz beyaz defterimsi eser geldi. Talebimde yalnız değilim galiba.

Yüzyılın en...

Türker Alkan

Yeni yılda hemen bütün gazeteler geçen yılın muhasebesini yapar, gelecek yıldan beklentilere yer verir. Ben bunu çok olumlu bir çaba olarak değerlendiriyorum. Muhasebenin her türlüsü yararlıdır: Elinizde avucunuzda ne var, eksik ve fazla olan nedir, bunlar bilmenizi ve ileride daha rasyonel davranmanızı sağlar. Perspektif edinirsiniz.
Bizim kamuoyumuzun da, basınımızın da, aydınlarımızın da en ciddi sorunlarından birisi, 'perspektif eksikliğidir.' Bu, biraz tarih ve sosyoloji bilincinin yokluğundan, biraz da aşırı duygusal olmanızdan kaynaklanıyor.
O anda hangi olayın içinde yaşıyorsak, o olay bize tarihin ve dünyanın en önemli olayıymış gibi gözüküyor. Sık sık gazetelerde, televizyon haberlerinde izliyoruz: 'Yüzyılın en dehşet verici faciası...' 'Çağımızın en ... kişisi' 'Asrın en sarsıcı görüntüsü...' Hatta hızını alamayıp 'Bin yılın en korkunç olayı...' diyenlere bile rastlayabilirsiniz.
Bu manşetleri atanların bir hafta geçmeden bir başka 'Yüzyılın en...' haberiyle karşımıza çıkmaması için hiçbir neden olmuyor. Yıl sonu muhasebesinde bir de bakıyorsunuz ki, geçen yıl, en azından 20-30 tane 'yüzyılın en çarpıcı' olarak gösterilen olayıyla karşılaşmışız.
Murat Bardakçı, Avni Özgürel, İlber Ortaylı gibi yazarlar arada bir, 'Bu tür olaylar yeni sayılmaz, tarihte nice örneği var' deseler de, bu tavrımız değişmiyor.
Gazetelerin yaptığı yılbaşı değerlendirmeleri, çok ihtiyacımız olan
'perspektifi' kazanmamıza katkıda bulunabilir.
Çok ciddi bir perspektif kaymasının görüldüğü yerlerden birisi de televizyon haberciliği. Hayır, TV haberciliğinin gittikçe magazinleşmesinden söz etmiyorum. Bu yeteri kadar olumsuz bir gelişme, ama alıştık. Gazeteler de aynı yolun yolcusu olunca, bir ses sanatçısının giydiği etekliğin haber değerine kavuşması 'normal' sayılır oldu.
Bana çok daha feci gözüken perspektif (belki de algılama) bozukluğu, verilen haberlerde 'dünyanın' bulunmaması. Sanki bu gezegende bizden başka ülke yokmuş gibi haber veriyorlar. Birkaç kanalın dışında verilen haberlerin nerdeyse tümü Türkiye'yle ilgili (o haberlerin de yarısı gerçekten haber değil). Verilen yabancı ülke haberleri de çoğu kez Türkiye'ye ilgisi oranında haber değeri taşıyor.
Bu tutum, dünyanın taşrasında yaşamamızdan kaynaklanıyor olmalı. Kendimizi dünyada olup bitenlerin çok dışında görüyoruz. Bilimde, kültürde, sanatta ne kadar 'dünya vatandaşı' isek, habercilik anlayışımızda da ancak o kadar dünya ile ilgileniyoruz işte:
2003'ün 'perspektif' açısından en dikkate değer olaylarından birisi, benim kanımca Eurovision'da aldığımız birincilik ödülüydü. 20 yıl önce olsa, Eurovision telaşı yarışmadan aylarca önce başlar, gazetelerde röportajlar, dedikodular, haberler uzun uzun yayımlanır, yarışma gecesi herkes ekran başına kilitlenir, yarışmadan sonra da neden sonuncu olduğumuz, hangi komployla, haksızlıkla karşılaştığımız, bilge kişilerce derinlemesine tartışılır ve irdelenirdi.
Geçen yıl birinci geldik ve bunu gayet sakin ve olgun bir şekilde, çok görmüş geçirmiş insanların havasıyla karşıladık. Toplumumuzun son yıllarda kazanmaya başladığı bir özgüvenin izleri vardı sanıyorum bu davranışta.
Yılbaşılar, başka yararları yoksa bile, toplumların 'perspektif' kazanmasına katkıda bulunuyor olabilirler. Bu da az şey değil doğrusu.

'Laptop'lu yasama

Uğur Gürses

Bundan birkaç hafta önce, Meclis yönetimi, milletvekillerine taşınabilir bilgisayar dağıttı. Bir banka ile uzun vadeli olarak, milletvekilli ve personel maaş ödemelerinin bu banka üzerinden yapılmasına dayalı anlaşma uyarınca, banka bilgisayar hediye etti. Biz bu anlaşmayı tartışma niyetinde değiliz. Ticari bu tür anlaşmalar her kurum ve şirketle yapılıyor.
Milletvekillerine dağıtılan bu bilgisayarlarla neler yapılabileceği çok daha fazla ilgimizi çekiyor.
Yakın zamanda, birçok internet servis sağlayıcı şirket, kablosuz internet servisini deneme amaçlı olarak uygulamaya koydu.
Örneğin Türk Telekom, Meclis binası da dahil olmak üzere bazı alanlarda, ücretsiz kablosuz internet erişimini denemeye başladı.
Artık, isteyen milletvekili, kendilerine dağıtılan taşınabilir bilgisayarları ile Meclis'in her noktasından 'sanal dünyaya' açılabilecek. Tüm bilgi kaynaklarına erişebilecekler.
Sadece yurtiçi kaynaklara bile erişmek, Meclis'teki görüşmelerde ilginç tartışmalara 'malzeme' olabilecek. Örneğin, milletvekilleri geriye dönük olarak herhangi bir Meclis tutanağını önlerindeki bilgisayarın ekranına taşıyıp, hararetli bir tartışmanın ortasında, 'Yok efendim, o tarihte böyle demiştiniz' diyebilecek.
Ya da çeşitli ihtisas komisyonlarında, ilgili bürokratlara 'Kamuoyuna açıkladığınız bu raporları bize (milletvekillerine) neden göndermediniz?' diye sormaktan vazgeçecekler.
Ya da batık bankalarla ilgili maliyeti '47 milyar dolar' olarak değil, '17 milyar dolar' olduğunu BDDK'nın internet sitesinden anında görebilecekler.
Meclis tutanaklarının 'içerik analizlerine' bakanlar, görebilecekler ki, yakın zamana kadar, hem iktidar hem de muhalefet milletvekilleri, savundukları görüşlere temel olan argümanlarda ve sayılarda kaydadeğer eksiklik ve hatalar var.
Uygulamada olan tüm yasalara, Anayasa Mahkemesi kararlarına birkaç saniye içinde ulaşmak artık çok kolay.
En geniş veri ve doküman ise ekonomi alanındaki kurumların internet sitelerinde yer alıyor. En hararetli tartışmaların ekonomik konularda olduğu dikkate alınırsa, bu alandaki tüm bilgi ve veri setine ulaşarak, Meclis görüşmelerinde doğru noktaya doğru gitmek olanaklı hale gelebilir.
Böyle bir 'basit' kolaylık, Meclis'te milletvekillerinin görüşlerini savunurken, doğru karara giderken, bunu daha 'entelektüel' bir zeminde yapmalarını ve Meclis'in saygınlığına katkıda bulunmalarını sağlar.
Bilgi ve veri setine erişebilen milletvekillerinin, çözüm arama ve bulma, bir tasarıya katkıda bulunma ya da karşı olma pozisyonları da sağlam bir zemine oturacaktır.
Hem milletvekillerinin hem de iktidarların işi kolaylaşacaktır. Çünkü, 'bürokrata olan güvensizlik', açık bilgiye hızlı erişimle birlikte azalacaktır.
'Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma' olgusunun azaltılmasına da, en başta milletvekillerince örnek olunacaktır.

AKP Kıbrıs'ta kendine güvenmeli

Erdal Güven

Eğer olağanüstü bir gündem oluşmazsa Türk dış politikası 2004 yılı boyunca Kıbrıs'ta çözüm sürecine kilitlenecek. Yıl sonunda da AB'nin Türkiye'yle
üyelik görüşmelerini başlatıp başlatmama kararına.
Kuzey Kıbrıs'taki 14 Aralık 2003 seçimlerinin ardından ivme kazanıyor gibi görünen çözüm süreci, hafta başı itibarıyla duraksadı. Çeşitli nedenler var. Biri, Kuzey Kıbrıs'ta oluşan meclis aritmetiğinin çözüm hedefli güçlü hükümet kurulmasına elvermediğinin iyice anlaşılması ve yine seçim sonuçlarına bağlı olarak Denktaş'ın görüşmecilik konumunun sürüncemede bulunması. İkincisi, Ankara'nın tek çözüm çerçevesi olarak önümüzde duran Annan Planı'na ilişkin değişiklik önerilerini hâlâ nihai haline getirememesi (Annan Planı 10 Kasım 2002'de masaya konuldu, nihai halini 26 Şubat 2003'te aldı). Üçünçüsü, ilk iki nedenden ötürü KKTC liderliğiyle ortak bir noktaya gelinememesi. Sonuncusu ve önümüzdeki dönemde belirleyicilik açısından belki de en önemlisi, askerin 'acele edilmemesi için' devreye girmesi.
Önemli olmakla birlikte bunlar prosedürel ya da yan etkenler. Asıl sorunu oluşturan etken, AKP'nin kararsızlığı. Kıbrıs konusunda politika üretme ve uygulama sorumluluk ve yetkisi hükümette. Gelgelelim hükümet Kıbrıs konusunda o sorumluluğu ve yetkiyi taşıyacak siyasi iradeyi oluşturamıyor, kendi içinde oluşturduysa ortaya koyamıyor. Erdoğan'ın ya da Gül'ün söyledikleri esas itibarıyla AKP'nin siyasi iradesinden ziyade, diplomatik tavrını yansıtıyor.
Bu yüzden de Kıbrıs konusunda ne Denktaş'ın ağırlığı dengelenebiliyor, ne bürokratik zaaf ortadan kaldırılabiliyor ne de askeri müdahale göğüslenebiliyor. Oysa AKP'nin mazereti yok. Halk desteği açısından bir sıkıntı söz konusu değil. Meclis aritmetiği açısından da. Kıbrıs'ta çözüm, Türkiye'nin stratejik hedefinin bir gereği. Ve son olarak Kuzey Kıbrıs'ta yaşayan insanlar da bazı kaygıları ve sorunları var olmakla ve tam bir görüş birliği içinde bulunmamakla birlikte çözüm istediklerini ortaya koydu. AB, ABD ve BM'nin çözüm yönündeki beklentileri öteden beri malum.
AKP'nin iradesizlik olarak yansıyan kararsızlığının arkasında belli ki Gül'ün ifade ettiği şu kaygı yatıyor: "Kıbrıs'ı çözüp de AB'den tarih alamazsak felaket olur." Evet, Aralık 2004 geldiğinde AB, Türkiye'nin Kopenhag Siyasi Kriteri'nin gereklerini yerine getirmemiş olduğuna karar verirse üyelik görüşmelerine başlanacağı bir tarih telaffuz etmekten kaçınabilir. Oysa bu bir ihtimal; aksi durum, yani Kıbrıs'ta çözümsüzlük nedeniyle Türkiye'ye tarih verilmeyecek olması ise kesin.
Dahası, ilk olarak, Türkiye bu yıl içinde göstereceği bir performansla kötü ihtimali bertaraf edip AB'yi görüşmeleri 'geciktirmeden' başlatmaya ikna edebilir. İkincisi de, diyelim edemedi, bu niye felaket olsun? O güne kadarki demokratik kazanımlar Türkiye'nin yanına kâr kalmayacak mı? Ayrıca Türkiye stratejik hedefini, taktik bir kazaya kurban mı edecek? Hele hele 'zaman duyarlı' olarak hedefine bağlı kaldığın ve tam istediği gibi olmasa da bunun karşılığını aldığın müddetçe.
Kıbrıs'a dönersek, çözüm belki tek başına Türkiye'nin üyelik kilidini açmayacak, ama kilidi döndüreceğinden kuşku yok. Ayrıca AB bağlamı dışında bakıldığında, Kıbrıs Türk-Yunan ilişkileri açısından, Türk-Amerikan ilişkileri açısından, Türkiye'nin uluslararası hukuk karşısındaki konumu ve bunun bedeli açısından (mali bedeline bir örnek Loizidu tazminatı) da bir sorun.
Hiç kuşkusuz AKP'nin kaygısında içeride uğramaktan çekindiği eleştirilerin de payı var. 'Milliyetçi bir hezeyan' dalgası sarsabilir AKP'yi. Ancak AKP bu riski göze almak ve bertaraf etmenin de yolunu bulmak zorunda.
AKP'nin kaygılanması gereken seçenek Kıbrıs'ta çözüm seçeneği değil, çözümsüzlük seçeneği. Ve AKP'nin önce kendine, sonra Türkiye'nin demokratik güçlerine ve nihayet AB'ye güvenmekten başka şansı yok.