19 Eylül 2009 Cumartesi

AKP Kıbrıs'ta kendine güvenmeli

Erdal Güven

Eğer olağanüstü bir gündem oluşmazsa Türk dış politikası 2004 yılı boyunca Kıbrıs'ta çözüm sürecine kilitlenecek. Yıl sonunda da AB'nin Türkiye'yle
üyelik görüşmelerini başlatıp başlatmama kararına.
Kuzey Kıbrıs'taki 14 Aralık 2003 seçimlerinin ardından ivme kazanıyor gibi görünen çözüm süreci, hafta başı itibarıyla duraksadı. Çeşitli nedenler var. Biri, Kuzey Kıbrıs'ta oluşan meclis aritmetiğinin çözüm hedefli güçlü hükümet kurulmasına elvermediğinin iyice anlaşılması ve yine seçim sonuçlarına bağlı olarak Denktaş'ın görüşmecilik konumunun sürüncemede bulunması. İkincisi, Ankara'nın tek çözüm çerçevesi olarak önümüzde duran Annan Planı'na ilişkin değişiklik önerilerini hâlâ nihai haline getirememesi (Annan Planı 10 Kasım 2002'de masaya konuldu, nihai halini 26 Şubat 2003'te aldı). Üçünçüsü, ilk iki nedenden ötürü KKTC liderliğiyle ortak bir noktaya gelinememesi. Sonuncusu ve önümüzdeki dönemde belirleyicilik açısından belki de en önemlisi, askerin 'acele edilmemesi için' devreye girmesi.
Önemli olmakla birlikte bunlar prosedürel ya da yan etkenler. Asıl sorunu oluşturan etken, AKP'nin kararsızlığı. Kıbrıs konusunda politika üretme ve uygulama sorumluluk ve yetkisi hükümette. Gelgelelim hükümet Kıbrıs konusunda o sorumluluğu ve yetkiyi taşıyacak siyasi iradeyi oluşturamıyor, kendi içinde oluşturduysa ortaya koyamıyor. Erdoğan'ın ya da Gül'ün söyledikleri esas itibarıyla AKP'nin siyasi iradesinden ziyade, diplomatik tavrını yansıtıyor.
Bu yüzden de Kıbrıs konusunda ne Denktaş'ın ağırlığı dengelenebiliyor, ne bürokratik zaaf ortadan kaldırılabiliyor ne de askeri müdahale göğüslenebiliyor. Oysa AKP'nin mazereti yok. Halk desteği açısından bir sıkıntı söz konusu değil. Meclis aritmetiği açısından da. Kıbrıs'ta çözüm, Türkiye'nin stratejik hedefinin bir gereği. Ve son olarak Kuzey Kıbrıs'ta yaşayan insanlar da bazı kaygıları ve sorunları var olmakla ve tam bir görüş birliği içinde bulunmamakla birlikte çözüm istediklerini ortaya koydu. AB, ABD ve BM'nin çözüm yönündeki beklentileri öteden beri malum.
AKP'nin iradesizlik olarak yansıyan kararsızlığının arkasında belli ki Gül'ün ifade ettiği şu kaygı yatıyor: "Kıbrıs'ı çözüp de AB'den tarih alamazsak felaket olur." Evet, Aralık 2004 geldiğinde AB, Türkiye'nin Kopenhag Siyasi Kriteri'nin gereklerini yerine getirmemiş olduğuna karar verirse üyelik görüşmelerine başlanacağı bir tarih telaffuz etmekten kaçınabilir. Oysa bu bir ihtimal; aksi durum, yani Kıbrıs'ta çözümsüzlük nedeniyle Türkiye'ye tarih verilmeyecek olması ise kesin.
Dahası, ilk olarak, Türkiye bu yıl içinde göstereceği bir performansla kötü ihtimali bertaraf edip AB'yi görüşmeleri 'geciktirmeden' başlatmaya ikna edebilir. İkincisi de, diyelim edemedi, bu niye felaket olsun? O güne kadarki demokratik kazanımlar Türkiye'nin yanına kâr kalmayacak mı? Ayrıca Türkiye stratejik hedefini, taktik bir kazaya kurban mı edecek? Hele hele 'zaman duyarlı' olarak hedefine bağlı kaldığın ve tam istediği gibi olmasa da bunun karşılığını aldığın müddetçe.
Kıbrıs'a dönersek, çözüm belki tek başına Türkiye'nin üyelik kilidini açmayacak, ama kilidi döndüreceğinden kuşku yok. Ayrıca AB bağlamı dışında bakıldığında, Kıbrıs Türk-Yunan ilişkileri açısından, Türk-Amerikan ilişkileri açısından, Türkiye'nin uluslararası hukuk karşısındaki konumu ve bunun bedeli açısından (mali bedeline bir örnek Loizidu tazminatı) da bir sorun.
Hiç kuşkusuz AKP'nin kaygısında içeride uğramaktan çekindiği eleştirilerin de payı var. 'Milliyetçi bir hezeyan' dalgası sarsabilir AKP'yi. Ancak AKP bu riski göze almak ve bertaraf etmenin de yolunu bulmak zorunda.
AKP'nin kaygılanması gereken seçenek Kıbrıs'ta çözüm seçeneği değil, çözümsüzlük seçeneği. Ve AKP'nin önce kendine, sonra Türkiye'nin demokratik güçlerine ve nihayet AB'ye güvenmekten başka şansı yok.